• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/yeni.dogansehir
Gazetemiz İlanları
Üyelik Girişi
Saat
Münir TAŞTAN
haber@yenidogansehirgazetes.com
DOĞANŞEHİR’İN TARİHİ MUHACİRLER 3. BÖLÜM-17
25/11/2016

Kasım ha bire yürüyor, bazen de tren sesine kulak kabartıyordu. Öyle ya, bunun şakası yoktu. Trenin altında kalmak ta vardı. Şimdiye kadar kaç insan tren altında kalarak ezilmişti. Tren yolu dere boyunca ilerliyordu. Dere içi kavak ve söğüt ağaçları ile dolu olup, yeşillikler içerisinde kayboluyordu. Cıvıldaşan kuşlar, o ağaçtan o ağaca konuyor, bir müzik senfonisi oluşturuyorlardı. Birden uzunca bir yılan, hışırt diye aktı önünden. O anda, korkusundan nutku tutuldu. Bir süre o küçücük kalbi, göğsünden fırlarcasına atmaya başladı. Yılan akıp gitmişti. Fazla abartıya da gerek yoktu. Bu gibi korkulara kendini alıştırmalıydı. Öyle ya, bundan böyle Allah ne gösterirdi, kim bilir?... Yol katettiği bu yerleri ilk defa görüyordu. Hergün aynı manzaralar görmekten bıkmıştı. Şimdi ise deği- şik yerler görmekten mutlu oluyordu. Kasım, epeyi mesafe katetmişti. Karnı da fena halde acıkmıştı. Keşke yanıma biraz ekmek alsaydım diye geçirdi aklından. Ama yaşadığı o olaydan sonra, ekmek kimin aklına gelirdi ki? O zaman tek düşüncesi vardı. O da bir an evvel, o mekandan uzaklaşmaktı. Nitekim de oradan epeyi uzaklaşmış ve zaman da bir hayli ilerlemişti. “Acaba, kasaba çok mu uzak. Hava kararmadan oraya ulaşa- bilir miyim? Ya hava kararmadan oraya ulaşamazsam ne olacak? diye geçirdi aklından. Endişelenmeye ve korkmaya başladı. Çok yol almıştı. Geri dönemez- di artık. Zaten geri dönmekte istemezdi.” Ne olursa olsun, yola devam etme- liyim” dedi. Tren yolu boyunca sıralı bir şekilde uzanan direklere gözü takıldı. Direkler birbirlerine tellerle bağlı idi. Bunlar da ne olaki diye düşündü. Direk ve tellerden vın vııın diye sesler geliyordu kulağına. Bir ara, kulağını direğe yas- ladı. O sesleri daha belirgin bir şekilde duydu. Birden otların arasından bir kuş pırrr diye uçuverdi. Hemen tanıdı onu. O bir bıldırcındı ve onu tanıyordu. Bir defasında sapanı ile birisini vurmuştu. Endişe ve korkusunu yenmek için daima farklı şeyler düşünmesine rağmen, yine de onları üzerinden atamıyordu. Nerde ise güneş batmak üzere idi. Biraz- dan hava kararacaktı. Adımlarını biraz hızlandırdı. Biraz sonra, büyük bir gürültü ve düdük sesi ile irkildi. Gelen trendi. Bu sese alışıktı. Zira tren yolu, köyle- rinin hemen altından geçiyor ve her geçişinde Kasım onu izliyordu. Tren du- manlar salarak ve gürültülü bir şekilde soluyarak yanından geçmekte idi. Trenin yokuş yukarı çıktığı; çıkardığı seslerden ve zorlanarak yavaş ilerlemesinden belli oluyordu. Kasım bir ara,” Hazır yavaş ilerliyorken trene atlasam mı? Ne iyi olurdu. Hem daha fazla yorulmaz ve hem de önemlisi çabucak ula- şırdım kasabaya” diye geçirdi içinden. Sonra vazgeçti. “Ne olur ne olmaz, ayağım takılıverir de trenin altına kayıveririm. Hem sonra trenciler beni cezalandırırlar” diye düşündü. Bu arada tren, yokuşu aşınca sesi değişti. Belli ki yokuş aşağı inmekte. Tren gözden kaybolmuş, içini bir sıkıntı basmıştı. Güneş tamamen batmış, ortalık hafiften kararmaya başlamıştı. Ümitsizliğe kapıldı bir an. Ne ise ki yokuşun sonuna gelmişti. Yokuşun en üst tepesinden bakınca, evler ve tüten bacalar gördü. İçini bir sevinç dalgası kapladı. Ferahlamıştı artık. Gerçi, daha bir hayli mesafe vardı ama, en azından kasabaya az da olsa yaklaşmıştı. “Acaba babası şimdi ne yapıyordur? Telaşlanmış mıdır, korkmuş mudur? Varsın telaş etsin.Varsın korksun. Umurumda mı?..” Bu sefer ağabeyi Hacı Ali’yi aklı- na getirdi. “ Beni karşısında görünce ne yapar acaba? Mutlaka bir şaşkınlık geçirir ve sonunda sevinirdi muhakkak. Zaten beni çok sever bilirim” diye geçirdi aklından… İstasyona ulaştığında ortalık tamamen kararmıştı. Ortalıkta hiç kimse görün- müyordu. İstasyondan kasabanın içerisine doğru ilerledi. Sokaklarda kimseler yoktu. Bir iki tane kedi ve köpek görmüştü o kadar. Biraz ilerde bir ihtiyar, bas- tonuna dayanarak yürüyordu. “Acaba bu dedeye sorsam mı Hacı Ali ağa- beyimi?” diye düşündü. Sonra vazgeçti. “ Bu dedenin yürümeye bile mecali yok, nerden bilecek ağabeyimi?. Biraz daha çarşı merkezine doğru yürüyeyim, belki birilerini daha görürüm” dedi. Sokakta yürürken, ortalık karanlık olmasına rağmen, burasının büyük bir yer olduğunun farkına vardı. Hiç kendi köylerine benzemiyordu. Köylerinde topu topu 5-10 hane ev var. Burası öyle mi? İstas- yondan buraya kadar o kadar çok eve rastlamıştı ki. Biraz sonra ezan okunmaya başladı. Camiye doğru yürüdü. Caminin yanına geldiğinde insanların tümü içeri girmişti. Bu arada, aptest almış biri, acele ile camiye yetişmeye çalışıyordu. Ona soramadı. “En iyisi, namazın bitimini bekleyeyim. O zaman soracak çok kişi olur” diye düşündü. Bir müddet sonra cemaat camiden çıkmaya başladı. Kasım birini gözüne kestirerek yanına yaklaştı. “ Emmiii, Mustafa Ağa’nın evi neresi? “ diye sordu. Adam “Ağa’yı niye sorarsın ki, ne yapacaksın ağayı çocuk ?” Kasım: “Ağabe- yim Hacı Ali onun hizmetkarı, ben de onun kardeşiyim, köyden onun yanına geldim de” dedi. Adam: “ Be hey çocuk, bu gece vakti hiç yola çıkılır mı? Kur- da kuşa yem olursun Alim Allah. Gel bakalım benimle” diyerek biraz ilerlediler. Adam devamla “Bu yolu takip et. Bayırdan aşağı in. Dereyi geç. Tam karşıdaki ev, ağanın evidir.” Kasım söylenenleri harfiyen uyguladı. Evin önüne gelince, kanatlı dış kapıyı çaldı. Evin girişi tek katlı genişce bir dam. Ön tarafta, dama bitişik iki katlı bir ev vardı. Kasım kapıyı bir daha çaldı. İçeriden “Kim ooo? diye bir ses işitti. Bu sesi tanıdı hemen. Bu ağabeyinin sesi idi. Sevindi, heye- canlandı. Ama sürpriz olsun diye sesini çıkarmadı. Biraz sonra Hacı Ali merakla kapıyı açtı. “Sen de kimsin be çocuk?” diye sordu. Alaca karanlıkta kim oldu- ğunu tanıyamamıştı. Nereden tanısın ki. Küçük kardeşinin, bu küçücük haliyle, bu kadar yolu tepip ve gecenin bu vaktinde gelip kendisini bulması, aklının köşesinden dahi geçmezdi. Kasım sevinç ve heyecanla “Benim ben Hacı Ali abi, ben Kasım, ben Kasım” dedi. Hacı Ali “ Kasım, Kasım sahi sen misin. Ulan oğlum nasıl geldin, kim getirdi seni buraya? dedikten sonra hasretle kucak- laştılar, koklaştılar. İçeriye girdiler. Hacı Ali, Kasım’ı alt katta kendine ayrılmış odasına aldı. Hacı Ali “Hele otur hele karşıma da anlat bakalım neler oldu?”diye merakla ve heyecanla sordu. Kasım, başından geçenleri bir bir anlattı abisine. Epeyi konuştuktan sonra, Kasım yorgunluktan uyuklamaya başladı. Ağabeyi onu güzelce kendi yatağına yatırdı. Kendisi de hemen oracığa uzanıverdi. Bir süre gözlerine uyku girmedi. Küçük kardeşi Kasım’ın şu anda yanında olması onu çok sevinçli kılıyordu. Ancak, Kasım’ın anlattıklarını da kafasında tartıp du- ruyordu. Hiç bu yaşta bir çocuğa bu yapılanlar reva mıdır? Babası niye böyle davranır ki? Gerçi kendisine de pek fazla yüz vermezdi ama, hiç değilse böyle- sine bir gaddarlığı olmamıştı. Bu düşünceler içerisinde uyuya kaldı. Kasım’ın geç vakte kadar eve dönmemesi babası Ali’yi çok üzdü ve kor- kutmuştu. Ona yaptıklarından dolayı kendine çok kızıyordu. Birkaç tanıdığı ve akrabası ile, sağı solu kolaçan ettiler ama, Kasım yer yarılmış içine girmiştir adeta. Hiç bir iz ve işarete rastlamadılar. Sabaha kadar gözlerine uyku girmedi. Korku ve telaş içinde bekleştiler. Sabah olur olmaz Hacı Ali, hayvanları yemlemiş ve kardeşi Kasım’ın yanına çömelmiş onu seyretmektedir. Birazdan Kasım gerneşerek uyandı. Bir an nerede olduğunu anlayamadı. Sonra abisini görünce, duruma vakıf oldu. Hemen doğru- larak abisine sarıldı. Beraberce kalkıp ellerini ve yüzlerini yıkadılar. Hacı Ali, Kasım’a, evi, ahırı, içindeki hayvanları ve diğer bölümleri gezdirdi ve tanıttı. Ve biraz sonra üst kattan Mustafa Ağa merdivenleri inerken, Hacı Ali kendine bir çeki düzen verdi. Kasım da ona bakarak aynı hareketleri yaptı ve içinden “ Demek Mustafa Ağa bu ha, şöhreti tüm bölgeye yayılmış olan.” Gerçi ismini çok duymuştu ama, ilk defa görüyordu kendisini. Mustafa Ağa onlara yaklaştı. “HacıAli kim bu çocuk? diye sordu. Hacı Ali “ Benim köydeki küçük kardeşim ağam” dedi. Ağa “Peki niye gelmiş, nasıl gelmiş buraya? diye sorunca, Hacı Ali, tüm olanları ağaya bir bir anlatıverdi. Ağa Kasım’a dönerek “ İyi etmiş ve hoş gelmişsin de, baban burada olduğunu biliyor mu peki?” diye sorunca, hemen Hacı Ali cevaplayıverdi Kasım’ın yerine. “Ağam, maalesef babama kızmış, kendisine yaptıklarından ötürü ve habersizden çekip gelmiş buraya kadar” dedi. Ağa kafasını salladı ve “ Şimdi oldu mu bu çocuk. İnsan babasına hiç haber vermeden buralara kadar gelir mi? Baban seni hiç merak etmez mi? diye sordu ve Kasım’ın cevabını beklememeksizin “ Hacı Ali, çabuk atımı hazırla, Kasım ile doğ- ru Kadılı’ ya gidiyoruz. Kasım ve Hacı Ali bir şeyler söyleyecek oldular fakat ağa “ İtiraz istemem” deyince ses çıkaramadılar. At hazırlanınca ağa atına binerken Hacı Ali, ağanın binmesine yardım etti. Ağa Hacı Ali’ye dönerek “Bindir bakalım Kasım’ı da terkime”. Hacı Ali, Kasım’ı koltuklarının altından tutarak atın terkisine oturduverdi. Ağa ile Kasım, böylece köye doğru yol alma- ya başladılar. Kasım, ağanın arkasında, atın terkisinde şunları düşünüyordu.” Niye sanki, ağa beni tekrardan köye götürürki? Köye, babamın yanına gitmek istemiyorum. Ne güzel, abimin yanına gelmiş ve mutlu olmuşken, bu çekilir mi şimdi? Ama durmam ben köyde. Köyde beni bağlayan ne kaldı ki? Bir babam var, o da ben- den nefret ediyor. Üstelik ben de artık onu sevmiyorum.Yok yok, durmam artık ben köyde. Kaçar yine gelirim kasabaya, abimin yanına. Kimse tutamaz artık beni. Nasıl olsa yolu yordamını öğrenmişim.” diyordu kendi kendine. Köye artık yaklaşmışlardır. Ağayı görüp tanıyanlar, hemen toparlanıyor, selam ve saygı göstermekten geri durmuyorlardı. Kasım’ı ağanın terkisinde görenler şaşırıp kalıyorlar ve de rahatlıyorlardı. Zira tüm gece boyunca onu aramaktan gözlerine uyku girmemişti. Hemen birileri koşup babasına haber uçurdu. Baba Ali koşarak geldi. Hem Kasım’ın bulunmuş olmasının rahatlığı ve hem de koca bir ağanın köylerini şereflendirmesinin, hemi de Kasım ile beraber karşısında duruyor olmasının heyecan ve mutluluğu ile, hemen ağanın yanına seğirtti.”Hoş gelmişsiniz ağam, köyümüze şeref verdiniz” dedi. Ağa attan inmeden, gözleri ile şöyle etrafı bir taradı. Ağanın köye gelmiş olması ve dünden beri kayıp Kasım ’ın bulunmuş olması, köyü adeta ayaklandırmıştı. Haberi alan insanlar, evinden fırlayıp ağanın etrafında toplanıyor, ağaya temennada bulunuyorlardı. Ağa söze girerek “ Bak Ali efendi, bu çocuğa sen ne yaptın ki, bu çocuk o kadar yolu tepip ta benim eve, abisinin yanına kadar geldi?..Yine de ben, senin meraklanıp üzüleceğini düşü- nerek, onu aldım buraya kadar getirdim. Şayet bu çocuğa doğ- ru düzgün bakacaksan, ona tam bir babalık yapacaksan, aha alıp getirdim buraya kadar. Kasım da seninle birlikte kalmak istiyorsa, bırakıp gideyim. Şayet te iste- miyorsa ve sen de rıza gösteriyorsan alıp gideyim” dedi. Ali, ağaya karşı mahçup bir eda ile “ Vallaha bilmem ki ağam. İstiyorsa kalsın. Onu bir daha üzmem. Eğer de gitmek te istiyorsa ona engel olmam” dedi. Ağa Kasım’a döne- rek “Ulan oğul, bak babanın dediklerini duydun. Burada babanla beraber mi kalmak istersin, yoksa benimle beraber tekrar kasabaya dönmek mi? Kasım hiç tereddüt etmeden “ Ben burada kalmam ağam, ben kasabaya abimin yanına dönmek isterim” dedi. Ağa “ O zaman bize müsaade ağalar, haydin eyvallah” deyince, köylüler hep birden atılarak “ Ağam taa buralara kadar gelmiş, köyü- müze şeref vermişsin. Hiç bir acı kahvemizi, soğuk bir ayranımızı içmeden olur mu?” dediler. Ağa “ Başka bir sefere inşallah, yolcu yolunda gerek” diyerek atının yönünü çevirip kasabaya doğru yöneldi. Ağanın yine terkisinde olarak kasabaya dönmekte olan Kasım’ın keyfine diyecek yoktu. “Ya ağa beni, babama terk edip geri dönseydi, o zaman ne yapardım? Çok şükür bu sıkıntıdan ebedi- yen kurtuldum. Allah ağamdan razı olsun” diye geçiriyordu içinden. Şimdi çok daha rahat, çok daha huzurlu ve çok daha sevinçli idi. Mustafa Ağa ve Kasım kasabaya döndüler. Ağa Kasım’ı çok sevdi. Yıllardır çocuk sevgisine hasretti. Oğlu Vahap ve kızı İlhan artık büyümüşler ve çocukluk çağlarını atlatmışlardır. Kasım bir ilaç gibi gelmişti. Ona çok ilgi gösteriyor, ona iyi bakılması, korunup gözetilmesi için talimatlar veriyordu. Evin hanımı Bedri- ye de Kasım’ı çok sevmeye başlamıştı. Oğulları Vahap bu duruma şaşıp kalı - yordu. “ Babam bir güne bir gün bana bu kadar ilgi ve sevgi göstermedi” diyordu içinden. Ağa, Hacı Ali’ye emir vererek “ Kasım’ı da alıp doğru Köşger Osman’ın yanına gideceksin, ona şöyle güzel bir çift yemeni alacaksın. Sonra terzi Akali Çavuş’a uğrayıp güzel bir elbise dikmesini söyleyeceksin, ben sonra hesaplarını görürüm onların” dedi. Birkaç gün sonra Kasım, ayaklarında kırmızı yemeniler, sırtında yeni elbise- si ile mahallede fink atmakta, gururla sokaklarda gezmekte, ara sıra da mahalle çocuklarının gıpta ve hasetle kendisini izlediklerini fark ederek, kendini daha da bir kasmaktadır. Köydeki baba sevgi ve şefkatinden yoksun, çok sıkıcı ve yoksul hayattan, böylesine çok farklı ve görkemli bir hayata kavuşturduğu için Rabbine şükrediyor ve kendisine böyle bir hayatı bahşettiği için de ağaya şükran duygu- ları besliyordu. Dolayısı ile ağaya daha yakın durmaya ve ona saygıda kusur et- memeye özen gösteriyor ve bunun da semeresini fazlası ile alıyordu. Kasım bu aşırı ilgiden şımarıyor, kendisini çok güçlü hissediyor, kendi yaşıtı ve de kendinden küçüklere aman vermiyor, onlara baskı yapıyor ve icabında on- ları gaddarca dövüyordu. Mahalle çocukları ondan korkup, önünden kaçıyorlar- dı. İsteseler onun hakkından gelebilirdi ama, onlar ağadan çekiniyorlardı. Bili- yorlardı ki ağa onu çok seviyor ve ona büyük ilgi gösteriyordu. Kasım’ın şöhre- ti kısa zamanda kasabanın tüm kesiminde hissedilmeye başladı. Kendi yaşıtları ve küçükler her gün ondan sopa yiyor, şikayetçi olmuyor ve sineye çekiyorlardı. Ancak, kendinden büyük ve güçlü olanlardan da o çekiniyordu. Ağaya herhangi bir meseleden hınç besleyen ailelerin büyük çocukları, onu hırpalayarak adeta ağadan intikam alıyorlardı. Başka da ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Biliyor- lardı ki ağa güçlü biridir, devlet içinde büyük itibarı vardır. Ona fazla zarar vermeye gelmezdi ve bedelini çok ağır bir şekilde öderlerdi. Kasım bu yönden kendini zayıf ve şanssız hissediyor, o da hıncını küçüklerden alıyordu. Kasım, bazen ağaya ait küçük baş hayvanları otlağa götürüyordu. Evin hanımı ve kızı, Kasım’ın heybesini taze pağaça, peynir, çökelek ve mevsimine göre her şeyden dolduruyorlardı. Büyük oğlanlar bu durumu bildiklerinden, hemen onun önünü çevirip, heybesinde ne var ne yok alıyorlardı. Direnirse de kendisini, bir eyice dövüyorlardı. Bir gün durumu evin hanımına anlattı. O da” Behey benim eşek oğlum. Madem öyle, sen de onların gitiği yöne değil, de başka yöne gidersin. Allah’ın otlağı mı tükendi” dedi. Bu öneri, Kasım’ın aklına yattı ve bundan böyle, hanımının sözüne uyarak bu baskı ve işkenceden kurtulmuş oldu.

MÜNIR TAŞTAN EMEKLİ ÖĞRETMEN

DOĞANŞEHİR’İN TARİHİ MUHACİRLER 3. BÖLÜM-17

Devamı Gelecek Sayıda



6388 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

(Benim gözümden) DOĞANŞEHİR ve 93(1877) MUHACİRLERİ (Düzeltilmiş Haliyle) - 26/02/2018
Uzun zamandanberi hazırlayıp basılır hale getirdiğim bu çalışmayı, basımdan önce internet üzerinden yayımlamayı uygun gördüm
- G Ü R A İ L E S İ - - 21/02/2018
- G Ü R A İ L E S İ -
93 Muhacirleri derken - 29/08/2016
Artvin’in Şavşat ilçesinin eski adı Motka yeni adı Savaş olan köy sakinlerinden Kanlı Kadir’in ki eskide
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam79
Toplam Ziyaret202591
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.237032.3662
Euro34.794534.9339
Hava Durumu
Takvim
Site Haritası